Petrol Kelimesi
Nereden Gelmektedir?
Petrol
sözcüğü, Yunanca ve Latince'de taş anlamına gelen petro ile yağ anlamına gelen oleum
sözcüklerinden oluşmuştur; Petroleum.
Petrol Nasıl Oluşmuştur?
600
milyon ve daha öncesinde yaşayan genellikle tek hücreliler ve deniz
kabuklularından oluşan canlıların herhangi
bir şekilde toprak altına sürüklenmesi
ve orada birikmesiyle oluşmuştur. Deniz
tabanında
biriken bu ölü tek hücreliler ve deniz kabukluları üzerine, katman
katman kum, kil, çakıl, kaya vs
birikmeleri olmuştur (sedimantasyon). Biriken
bu tek hücreli hayvanlar ve deniz kabukluları aradan geçen 100-150 milyon yıl içinde zamanla üzerlerine binen basınç ve yerküre ısısı
ile çürüyerek- bozularak büyük bir kısmı petrol, bir kısmı ise gaz haline dönüşmüşlerdir.
Petrol yeraltında göl-dere-nehir şeklinde mi bulunur?
Kesinlikle
hayır. Bir sünger parçası düşünün. Bunu
suya batırın. Sünger suyu gözeneklerinde tutacaktır. Sünger kaya, su ise
petroldür, bunu böyle farzedin.
Komşularımızda petrol
var. Ülkemiz petrol ülkeleri ile çevrili. Niye bizde petrol yok? Veya,
Türkiye’de petrol var mı yok mu?
Her
ne kadar arap ülkelerindeki bol petrol oluşumuna ve kapanlanmasına neden olan
jeolojik yapılanma aynı
büyüklükte ülkemizde olmamasına rağmen petrol
oluşumuna uygun 26 adet havza vardır ( sedimanter havzalar).
Ülkemizde
‘petrol var mı, yok mu’ sorusuna cevap verebilmek için, bütün bu havzaların çok yoğun bir şekilde
didik-didik aranması gerekmektedir. Bu
havzalar enine boyuna, yoğun bir şekilde arandıktan sonra “ burada bu kadar
petrol var veya yok” denilebilir.
Petrol
arama çalışmaları, şu ana kadar Güneydoğu (ancak %20), Adana, Trakya (ancak
%17) basenlerinde (havzalarında) yoğunlaşmıştır. Diğer geri kalan basenlerde
(ancak %5) açılan çok az sayıdaki kuyu ve yapılan arama çalışmaları, bu basenlerde “petrol var
mı, yok mu?” sorusuna henüz cevap
verecek durumda değildir.
Bir
havzada (basen) petrol var mı, yok mu sorusuna, o basende açılacak yüzlerce kuyudan gelecek olan verilerin değerlendirilmeleri sonucuna göre
cevap verilebilir.
Ülkemiz yeteri kadar
aranmamış mıdır?
Hayır,
ülkemiz yeteri kadar aranmamıştır. Aşagıda
verilecek olan mukayeseli bilgi sizlere bu konudaki yeterli bilgiyi
vermiş olacaktır.
Romanya’nın
yüzölçümü 237.500 km2 dir. Türkiye ondan
3.2 kat daha büyük olup 780.580 km2 dir. Romanya’da bu güne kadar açılan kuyu
sayısı 45.000 (
kırkbeşbin)’ni geçmiş 50.000 lere
gelmiştir. Türkiye’de açılan kuyu sayısı ise , 2008 yılı sonu
itibariyle, sadece 3500 (üçbinbeşyüz)
dür.
ABD
‘de ise bir ayda ortalama 1000-1100 adet
kuyu açılmaktadır.
Özetle;
ülkemizde yeterli petrolün olup-olmadığı
ancak 50 - 60.000 kuyu deldikten sonra söyleyebiliriz. (Türkiye ‘de kara alanlarının sorunu yukarıda
izah edildiği gibi zaten çok büyük ölçekte olmayan yapıların aşırı parçalanmış
olması ve bir kısmının da ağır petrol içermesidir. Sorun bu çok parçalı küçük
ölçekteki yapıların bulunmasıdır.)
Yabancılar,
geliyorlar petrolü buluyor ve daha sonra
kuyuyu civa ve tapa ile kapatıp gidiyorlar. Bu doğru mu?
Yıllardır halkın ağzında olan bu söylenti,
asılsızdır. Eğer delinen bir kuyuda
petrol varlığı görülürse, petrolün ne
kadar olduğu, işletmeye değer bir miktarda olup olmadığını belirlemek için
çalışamalar yapılır. Bu çalışmalar sonucunda bir karara ulaşılır. Bilindiği üzere her ticari şirket olarak
kâr-zarar ekseninde çalışır. Bile bile zarar eden bir şirket olabilir mi? Petrol aramacılığı da bir ticari oluşumdur.
Kim zarar etmek ister ki? Eğer bulunan petrol ticari değilse, astarı yüzünden
pahalı ise, o kuyu işletmeye alınmaz.
Ancak; ülkemizin petrol sektöründeki “Amiral Gemisi” ulusal kuruluş Türkiye Petrolleri A.O zamanla
üretim miktarı düşen kuyuları az zararına da olsa- ben buradan 10 varil
bile petrol üretmez isem, bu 10 varil petrolü dışarıdan almak zorunda kalacağım; üstelik
yapılan masraflar, dışarıya gideceğine, emek-iş-enerji masrafları olarak ülkem
dahilinde kalmış olur- mantığı ile davranarak, üretim kuyularından sonuna kadar
faydalanmaya çalışır. Yerli özel ve yabancı petrol şirketleri için bu geçerli değildir. Bu
şirketler, gayet haklı olarak, kuyu ekonomik olmaktan çıktığı an üretimi
keserler.
Bunun
yanı sıra, iş sadece petrolü yerin 2000-3000 metre altında bulmak ile bitmez.
Derinlerdeki o petrolün yüzeye çıkarılması, yüzey tesisleri ve petrolü nakletme
sorunları gündeme gelir. Yüzey tesisleri, boru hatları ve ilgili diğer
tesisleri kurmak için ayrı yatırımların yapılması gerekir, bu da o kadar ucuz
değildir.
Terk
edilen her kuyu, kanun gereği, ağzı çelik tapa ve çimento ile kapatılır. Sondaj
yaptığınız yeri, bağı, bahçeyi, tarlayı
alındığı şekilde bırakmanız gerekmektedir. Aksi halde PİGM ve yasa
önünde suçlu duruma düşer, tarla
sahibine çok yüklü bir tazminat öder, çevreci grupların da şimşeklerini
üzerinize çekersiniz.
Kuyu
çapı yaklaşık 60 cm (yüzeydeki ilk derinlik, daha sonra kuyu çapı daralır),
derinliği ise ortalama 1800 metre ( 1.8 km) dir. Farz edelim ki kuyunun üstü
kapatılmadı. O çukura bir hayvan, bir insan düşse ne olur? Düşünmesi bile ürkütücü.
Civa ile kapatıyorlar.
60
cm çapında, 1800 metre derinliğindeki bir kuyuyu civa gibi pahalı bir element
ile doldurup kapatmak hiç de akıl kârı bir iş değildir. Civaya verilecek para ile yeni bir kuyu daha
açılır. Bu söylentinin de aslı-astarı yoktur.
Benim tarlamda petrol
bulunursa...?
Yasalar
gereği toprağın 60 cm altı devlete
aittir. Buna bağlı olarak , devlet
o maden veya petrol ruhsatını
kime vermiş ise, toprağın 60 cm den altı o şirkete aittir. Tarla-arsa sahibinin
zararı olmayacak şekilde, bilirkişinin
belirleyeceği bir tazminat tutarı tarla-arsa sahibine ödenir.
Köydeki derede petrol var,
kayanın altından veya topraktan petrol
sızıyor. Burada petrol var mı?
Yerin
altından, bir şekilde kaçıp gelen ve yüzeye çıkan bu sızıntılar, o bölgede veya havzada bir petrol uluşumunun
varlığı ortaya koyar. Ancak yüzeydeki bu petrolün nerede oluştuğu (ana kaya) ve
oluştuğu yerden nasıl ve nereye göç ettiğini (rezervuar kaya) araştırmak
gerekir. Bu çalışmayı jeologlar yapar. Bazı yerbilimciler
şöyle der; “ Eğer bir yerde bir gram petrol üremiş ise bunun daha fazlası ,
niçin üremiş olmasın?”
Petrol aramaları pahalı
mıdır?
Sondaj
öncesi yapılan jeoloji çalışmalarında, bir jeologtan oluşan jeoloji ekibinin 1
aylık maliyeti ülkemizde 15.000 (onbeşbin) ABD dolarıdır. Bir saha jeologu, 1
arama ruhsatı için saha çalışmasını,
yaklaşık 30-40 gün arasında
tamamlayabilir. Saha çalışmasını
tamamlayan jeolog daha sonra ofiste çalışmalarına devam eder.
Jeolog
ve jeofizikçilerden oluşan yer bilimciler, bilgi ve tecrübelerini projenin jeolojik ve jeofizik verileri üzerinde
yoğunlaştırıp, ortak bir çalışma yaparak, sismik kesitler üzerinde bir çok
senaryolar üretirler. Bu senaryoların içinde ihtimallerin en yüksek olduğu
noktaya kuyu açılmasını önerirler. Bu öneriyi, yer bilimcilerden oluşan bir
konseye en detayına kadar anlatırlar. Sorulan sorulara cevap vererek,
tartışarak konseyi önerdikleri kuyunun delinmesini yönünde ikna etmeye
çalışırlar
Petrol
aramacılığının en önemli unsuru olan
sismik saha çalışmalarında, 2 boyutlu (2D) sismiğin bir kilometresi ülkemizde
6.000 ile 15.000 ABD doları arasındadır.
Özel durumlarda sınırlı bir sahayı daha iyi anlayabilmek ve yerin altını
daha iyi görmek için yapılan 3 boyutlu
(3D) sismik çalışmanın 1 kilometresi ise 12.000-18.000 ABD doları arasındadır.
Ülkemizin
petrol sektörünü denetleyen Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (PİGM) 1 petrol arama ruhsatının alanını en fazla 50.000 (elli bin) hektar olarak sınırlamıştır.
20 x 25 km2 boyutlarında olan 50.000 hektarlık bir ruhsatta, ilk önce kaba
olarak (rejyonal) en az 100-150 km 2B sismik yapılır. Daha sonra gelişen teknik istekler nedeniyle
bu sismik çalışma hem 2B hem 3B olarak yüzlerce kilometreyi bulabilir.
Petrol
aramacılığının en pahalı operasyonu olan sondajın ülkemizdeki maliyeti, teknik
bir sorun çıkmaz, her şey yolunda
giderse, 1 metre için yaklaşık 1.000 ABD
dolarıdır. Ancak 3.500 metre sonrası için bu rakam metre başına 1.500-3.000 ABD
dolarına kadar çıkabilir. Bir yandan 1.200 metrelik, bir yandan 5.000 metrelik
kuyular delinirken, ülkemizdeki ortalama sondaj derinliği 2.000 metre olarak
kabul edilebilir.
Kısaca;
Türkiye’de karada 2.000 metrelik bir
kuyu delmek isteyenler en az 2.5 milyon
doları ceplerine koymak zorundadırlar.
Denizlerde
yapılan sondaj ise, deniz derinliğine bağlı olarak ayakları deniz tabanına değen
jack-up ile 10 milyon, yüzen sondaj gemisi ile deniz
derinliğine bağlı olarak 30- 50, şu an
dünya piyasasında ancak birkaç tane bulunan
2000 metre deniz derinliğine kadar
faal olabilen son derece
teknolojik gemiler ile 200 milyon dolara hatta daha da üstüne çıkabilir.
Daha
önce aranmamış basenlerde açılan arama ( wildcat) kuyularında, dünya
standartlarında kabul edilen başarı oranı onda birdir. Yani 10 arama kuyusundan
9’u
kuru çıkar, 1’i petrollü çıkarsa ‘başarılı’ sayılırsınız. Ancak gelişen
teknolojinin, özellikle yorum sistemlerindeki son gelişmelerin, başarı oranını 7’de 1’e düşürdüğü
söylenmektedir.
1986-1989
yılları arasında TPAO’nun başarı oranı 10’da 5 ila 7 arasında idi.
Bu şaka çizim, sanki ülkemizin petrol aramacılığının ne kadar zor olduğunu, ve üretim yapılan Güney Doğu Anadolu'nun
yeraltı jeolojisini ve tektonik yapısını, anlatıyor gibi. Yine de TPAO, böylesine küçük parçalara ayrılmış, parçalanmış tektonik oluşumda petrolü bulmada çok başarılı olmuştur.
Durum böyle iken neden
petrolü bulamıyoruz?
Ve Türkiye Petrolleri A.O’nun Başına Gelenler.
Eskiden
günümüze, 1944-1950 arası hariç, TC
Hükümetlerinin petrol ve enerji politikası olmadığı, her yıl yapılan petrol
kongrelerinde defalarca dile getirilmiştir.
Bütün ülkelerce çok ciddiye alınan dünyanın en stratejik maddesi olan ve
uğruna sınırların değiştiği hidrokarbon varlığı( petrol ve doğal gaz) için
gerekli olan enerji ve petrol politikasının, ülkemizde günlük olarak
uygulandığı, uzmanlarca belirtilmekte ve
kongre gibi teknik toplantılarda sık sık vurgulanmaktadır.
Geçerli
olan Petrol Yasamız, 1954 yılında o zamanın şartlarına uygun olarak
hazırlanmış, ufak revizyonlara uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.
Ülkemizdeki hidrokarbon aramalarında son yıllarda görülen
zayıflığın bir nedeni de, ülkemizdeki
petrol sektörünün gerekli alt yapısını oluşturan, rafineri, boru
hatları, petrokimya, gemi taşımacılığı gibi son derece önemli tesisleri, kendi
iş gücü, parası, emeği ve projeleri ile hayata geçiren, son derece stratejik bir kurum olan Türkiye Petrolleri
A.O’na (TPAO) 1990 yılından itibaren, siyasetçilerin yönetim kadrolarına gözle
görülür ve hissedilir şekilde müdahale etmeleri ve bunun sonucunda dikey entegrasyonun bozulmuş
olmasıdır. Bilindiği üzere İpraş, Kırıkkale
Rafinerisi, Aliağa Rafinerisi, Petkim, İpragaz ve Botaş, TPAO tarafından
kurulmuştur. Bu tesislere bir bakıldığında, TPAO’nun geçmişte ne kadar başarılı
işler yaptığı açıkça görülebilir.
Eğer
bu ülkede petrol bulunacaksa , bunu en hızlı, en geniş ölçekte ancak TPAO
yapabilir. Teknik bilgi, teknik kapasite, arşiv zenginliği, zengin yerbilimci
kadrosu, zengin tecrübe, eksiksiz
yorumlama sistemleri, makine - teçhizatı ve geniş olanakları ile milli kuruluş
bu sorunun üstesinden gelebilecek düzeydedir.
Ne oldu da böyle oldu?
Halit Edip Özcan’ın
Kişisel Yorumu
TPAO’nun organik yapısı,
bilinçli olarak, değiştirildi.
Büyük
petrol şirketlerinin, özellikle milli petrol şirketlerinin değişmez bir
yapıları vardır. Bu ortak yapı şöyledir; petrol aramacılığı pahalı ve riskli
bir iş olduğundan, rafineri, boru
hatları, satış istasyonları, petrokimya vb gibi bir çok kâr getiren ve zarar
etmesi imkansız olan alt işletmelerden gelen gelirin bir kısmı arama
yatırımlarına aktarılır. Günün şartlarına uyan ve kendini yenileyen rafineri, boru hatları ve satış istasyonları
hiç bir zaman zarar etmez. Petrol fiyatları ne kadar yüksek olursa olsun,
rafineriye, boru hattına ve pompaya giren petrol, işletme ve taşıma kârı
üzerine eklenerek rafineriden, boru hattından, pompadan akar ve tüketiciye
ulaşır. Tüketici de bu mamulü hangi
fiyatta olursa olsun almak zorundadır.
Ülkemizde
pek tanınmayan ancak dünya çapında dev bir petrol şirketi olan Rusya milli petrol
şirketi LUKoil, bu konuda alınacak en iyi örnektir. LUKoil, petrol sektörünün
tüm alanlarında faaliyet gösterirken, aynı zamanda gemi taşımacılığı, gemi
yapımcılığı, altın işletmeciliği, inşaat işleri vb. gibi işleri de yapar.
Böylece, petrol aramacılığına ek mali
kaynak temin eder.
Komünist
ve sosyalist olarak bilinen bir ülkenin milli petrol şirketi bu şekilde
yönetilirken, demokratik bir cumhuriyet olan Türkiye’nin milli petrol
şirketi olan TPAO’nun bu günkü durumu ise
LUKoil’e hiç benzememektedir.
TPAO’nun
günlük hidrokarbon üretim miktarı TPAO’nun web sayfasından öğrenilebilir. Bu
günlük üretimi o günkü petrol fiyatı ile çarpın, elinize geçen rakam, TPAO’nun
hergün Hazine’ye kazandırdığı dolar miktarıdır. Buna karşın
bir
kamu kuruluşu olduğundan, yıllık bütçesini
ETK Bakanlığına, DPT’ye, Hazine’ye sunar, yatırımlarını açıklar.
Meyva-sebze ihracatına, tekstile, haklı olarak, bir sanayi gibi gören devletin, nedense, dünyanın en
önemli maddesi olan milli petrolü bir
sanayi olarak görmemesi ve ona yeteri kadar önem vermemesi, son ulusal petrol
kongresinde ( mayıs 2009) gündeme gelmiştir.
ETK
Bakanlığı’nda, DPT’de, Hazine’de ve TBMM’de petrol kökenli olup, petrolcülüğü
anlayacak, petrolcüyü anlayacak kimse
yoktur. Onlar için TPAO bütçesi demek
“ mutlaka tenkisata
uğratılması gereken” bir bütçe demektir. TPAO 1983 yılından itibaren hep bunun
sıkıntısını çekmiştir. Ancak geçen son
3 yıl içinde TPAO’nun istediği bütçeye kavuştuğu
bilinmektedir. İstenen bütçenin alınması ile TPAO, yakın bir gelecek içinde bunun meyvalarını
ülkeye sunabilecek güçte ve kapasitedir.
3-TPAO’nun kolu-bacağı
kesiliyor.
1979
yılında başlayan, TPAO’nun yeniden yapılandırılması (!) çalışmaları, 12 Eylül
1980 darbesi sonrası askeri yönetim, daha sonra ise günün hükümeti tarafından tekrar ele alınmıştır. Bir yabancı
kuruluşa, akılda kaldığı kadarıyla 3 milyon dolar gibi bir para ödenerek “ Git , şu TPAO’nun yapısını bir incele,
gereken çalışmayı yap, nasıl daha feasable(!!!!) olabilir, bize bildir, biz de
ona göre hareket edelim.” denilmiş, böylece ‘ kuzu kurda teslim edilmiştir.’ Firma “ Gelir getiren rafineri, boru hatları, gemi taşımacılığı, gübre sanayi,
petrokimya gibi gibi üniteleri yapıdan ayıralım, onları özelleştirerek, TPAO’yu
daha feasable (!!!) hale getirelim.” diye rapor vermiştir.
Böylece
kendi bilgi, tecrübe ve projeleri ile bu ülkeye 3 rafineri, 1 petrokimya tesisi
kazandıran ve Genel Müdürlük binasında
sadece bir katın yarısını işgal eden
Rafineri Grup Başkanlığı, TPAO’dan sökülerek alınmış ve TÜPRAŞ
kurulmuştur.
Böylece az sayıdaki personelle çok başarılı işler
yapmış TPAO Rafineri Grup Başkanlığı birden Genel Müdür, Genel Müdür
Yardımcıları, Yönetim Kurulu , Denetim Kurulu ve Grup Başkanlıkları halinde
kadrosu çoğaltılarak feasable(!!!) hale getirilerek TÜPRAŞ adını almıştır.
Yine
az sayıdaki kadrosu ile Batman-Dörtyol, Kırıkkale-Dörtyol ve Irak-Yumurtalık
Boru Hattı’nı yapan ve Genel Müdürlük binasının yarım katını işgal eden Boru
Hatları ve Petrol Taşıma Grup Başkanlığı
da TPAO’dan kopartılarak alınmış ve BOTAŞ adını almıştır. Botaş’ta da
Tüpraş’daki gibi yapılanma olmuş Botaş da daha ‘feasable (!!!)’ hale
sokulmuştur.
TPAO’yu
daha ‘fesable !!!!’ hale getirmek isteyen askeri ve politik kişiler, acaba şöyle düşünebilirler miydi? “ Bizler bu konunun yabancısıyız.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bunu en iyi şekilde öğrenmek için TPAO benzeri, dünyaca
tanınmış, Esso, Amoco, Mobil, Shell, BP gibi
büyük petrol şirketlerinin organizasyon yapılanmasına bir bakalım
aradaki farkı görelim ve ona göre davranalım.”
Böyle
düşünüp bir araştırma yapsalar veya yaptırsalardı, arada bir fark olmadığını,
onların da aynı TPAO gibi, gelir getiren rafineri, boru hatları, taşımacılık
gibi unsurları aynı yapı içinde tuttuklarını görüyor olacaklardı. Belki de
görmüşlerdir, kim bilir?
Böylece TPAO’nun parçalanarak
daha feasable hale konması konusunda
kararlı olanlar “Amerika’yı yeniden
keşfetmeye çalışmışlar, ancak keşfedememiş-lerdir.” Bindikleri geminin hazinesini kaybetmiş
olarak ülkelerine geri dönmüş, üstelik
Dimyat’a pirinçe giderken eldeki bulgurdan da olmuşlardır. TPAO’yu kolsuz, bacaksız
ortada bırakarak “ hadi bakalım adım at, yürü, biz de bir görelim” demişlerdir.
Bununla kalmamış, bütün bu olup bitene rağmen yürümeye ve adım atmaya başlayan
TPAO’ya müdahale ederek, “ istediğin gibi
yürüyemezsin, benim istediğim gibi yürüyeceksin” demişlerdir.
Eğer bu ülkede petrol bulunma umudu varsa, bu umudu
büyük-geniş ölçekte arama çalışmaları
yaparak, gerçekleştirebilecek tek bir
kurum varsa, o da TPAO dır. Teknik
kapasitesi yüksek (bireysel olarak), bilgi ve tecrübesi ile dünya
standartlarında olan, ekipman yönünden zengin ve en önemlisi “şirketim
için, dolayısıyla ülkem için çalışıyorum” düsturu ile gönülden çalışan insanların var
olduğu TPAO’nun olabileceği gerçeğinin
görülmediği, ya da görmezlikten gelindiği ortadadır.
Bu
sonuçtan TPAO’nun ve ülkenin çok şeyler
kaybettiği, aradan geçen zaman içinde,
petrolle ilgili herkes için, çok iyi bir şekilde anlaşılmıştır. Bu nedenle
günümüz (2009) TPAO yönetimi tekrar eski yapılanmaya dönmek için projeler
hazırlamaktadır. Ancak bu o kadar kolay olacak gibi gözükmemektedir. Bugün
İpraş gibi bir rafineri kurmak isterseniz 15-18 milyar dolar, bir Petkim için 10-15
milyar dolar harcamanız gerekecektir.
3-TPAO-Politika ve
Şirket Kültürü’nün Yok Edilmesi
Eskiden,
TPAO’da yeni bir yönetici
atanırken, ‘ ya bu olur, ya da şu olur’
denirdi. Ve tahminler hep tutardı. Çünkü askeriyede olduğu gibi, TPAO’da da üst
ve alt yönetim kadroları, kıdem- tecrübe ve liyakat esasına göre terfi ederlerdi. Herkes kıdem ve
tecrübe esasında haddini gayet iyi bilirdi. Bilinirdi ki, 7 yıl geçmeden baş
memur, 12 yıl geçmeden şef, 5 yıl geçmeden kıdemli yer bilimci, 15 yıl geçmeden
proje yer bilimcisi olunmaz.
“En
bozulmamış kurum askerdir.” derler.
Niye? Dış etkenlerden az da olsa
etkilense bile, iç dinamikleri ve kadro
sistemi söz konusu olduğunda hiç bir dış müdahaleyi kabul etmediği içindir.
Şöyle farz edelim; bir yüzbaşıyı, hatır,gönül ile bir günde general yapalım.
Apoletlerini omuzlarına takalım. Şimdi o yüzbaşı-general, bir gün önce emir
aldığı alay komutanına bir gün sonra emir verir olursa, girdiği savaşı
kazanabilir mi? Erk sahibi bir kaç kişinin ağzından çıkan bir kaç kelime ile gelenek-görenek, edep ve adâp bir tarafa
bırakılıp, her şey oluyorsa, o zaman
politikacıların liseye giden çocuklarına, üniversite diploması verelim.
Üniversiteye gidip senelerce bilim-ilim okumanın ve tecrübe-liyakat sahibi
olmanın ne gereği var?
“Siyasetin girmediği
devlet kurumu yoktur.” derler. Bu anlamda siyaset , o zamanlar TPAO’ya girmiş ise
de bu zor fark edilirdi. Öylesine hayret verici, ‘vay vay bak şu, şu olmuş, olacak şey değil’
diyecek değişikler görülmezdi, ta ki 1990 yılına kadar.
Teknik Bilgi ve
Tecrübeli Teknik Elemanlar Erozyonu
Siyasetin
TPAO yönetimine ve politikasına tam
anlamıyla karışması ile bütün bu liyakâta ve tecrübeye dayanan kültürel düzen alt üst oldu. Bir gün
önce üstünden emir alan kişiler, ertesi gün aradaki yaş, kıdem ve tecrübe
açısından kendisinden çok ötede olan amirlerine emir verir ve projeleri yönetir
oldu. Kişilikleri tam yerleşmemiş yer bilimcilerin ve teknik adamların bir kısmı
işi-gücü bırakarak, makam uğruna siyasetçi peşinde koşar oldular ve bu konuda başarılı da oldular.
Yıllarını
şirkete vermiş sevilen ve sayılan yönetici bir duayen büyüğümüz verdiği emeklilik kararını “ Şirkette kasaplar terziliğe, oto tamircileri kuaförlüğe soyundu. Üç
günlük bir adam, ablası bilmem kimin sekreteri diye bir gecede genel müdür
muavini oldu. İlk yaptığı iş , sürekli işe geç geldiği için kendisinden savunma
isteyen grup başkanı ile uğraşmak ve onu emekli etmek oldu. Mesleği yer bilimci olan arkadaşlar, makam-mevki
uğruna büyük kulisler yaparak, meslek değiştirdiler. Hiç anlamadıkları işlerin
başına planlamacı, makineci ve ikmalci olarak geçtiler. Bundan böyle şirket
zor adam olur. Siyaset, işte şimdi şirkete tam olarak girdi. Artık daha fazla
rezil olmadan, çoluk-çocuğun eline kalmadan, onurumuz zedelenmeden huzur içinde emekli olmak istiyorum.”
şeklinde açıklamıştı.
Bu
onur kırıcı ve ters duruma
dayanamayan bir çok yer bilimci ve
petrolcü şirketten ayrılıp, dünyaca tanınmış şirketlerde iş bularak dünyaya
dağıldılar. Yurt dışında iş arayan ye rbilimci ve petrolcüler için ‘TPAO’dan geliyorum’ referansı kabul görür.
Şu an Türkiye enerji-petrol
sektöründe faaliyet gösteren özel
şirketlerin bir ve iki numaralı yöneticilerinin hemen hemen tümü TPAO
kökenlidir. “ Siyasetci eğer gücü
yetiyorsa özel sektöre bir kişi soksun bakalım.” deyişini anımsayarak, Türk
enerji sektöründe söz sahibi olan TPAO kökenlilerin bir benzerlerinin
yetişmesinin uzun yıllar alacağının da burada belirtilmesi gerekmektedir. Bu
kişiler, halen bütün gönülleri ile TPAO’nun
kurumsal kimliğine aşıktırlar. Zaten TPAO kurumsal kimliği onlara onur ve şeref
vermektedir.
Sektörde
‘amiral gemisi’ olan TPAO, bir okul gibidir.
Teknik elemanlarını çok iyi yetiştirir. Yer bilimcilerinin sayısı 300’ e
yakındır. Değiştirilen şirket kültürü, atamalardaki yandaşlık, eğitim ve sosyal etkiler nedeniyle şirketi
kuran büyüklerin sağlam bir şekilde tesis ettiği ‘şirket kültürü’, hızla erozyona uğramaktadır. Yer bilimciler arasındaki ilişkiler eskisi gibi değildir. “ Her şeyi ben daha iyi bilirim”
zihniyetine sahip, özellikle burslu olarak yurt dışında okuyarak geri gelen
yeni neslin tutumları da bir sorun
olarak gözükmektedir. Büyük-küçük, kıdemli-kıdemsiz, tembel-çalışkan,
ceza-takdir değerlendirmesinin ortada
olmadığı gözlemlenmektedir. Çalışan ve çalışmayan aynı ücreti almaktadır.
Aramacılıkta
‘burada kuyu açılacak kararını’ veren
olgunlaşmış, tecrübeli, danışman mertebesindeki bir çok yer bilimci , yukarıda
anlatılan nedenlerle, küstürülmüş, hepsi kendi köşelerine çekilmiş,
emekliliklerini beklemektedirler.
İş gücü
ve teknik bilgi birikim kaybını varın siz düşünün.
Kısaca) bir iki Genel Müdürler ve TPAO
Öncesi
yaşamında petrolcülükle uzaktan yakından
hiç bir alakası olmayan, bir genel müdür, kimin etkisinde kaldı bilinmez(!),
bizleri hayrete düşüren şu açıklamayı yapmıştı. “ 40 yaşını aşkınlarla bizim
işimiz yok, ben onlarla çalışmam. Gençlere yol vereceğim.” Bugün dünya piyasasında, genç petrolcü ve
yer bilimciler çok zor iş bulurken, kıdemli ve tecrübeli olanları hemen iş
bulabilmektedir. Sanırım, bugün o da hatasını anlamıştır, ama ne çare; TPAO
daki olgunlaşmış teknik zirve, büyük erozyona uğrayarak, tepeden aşağıya,
yamaçlara doğru kaymış, telafisi zor bir
yıkıma uğramıştır. Bu dönemde bir çok yer bilimci ve petrolcü TPAO’dan istifa etmişlerdir.
Aynı
genel müdür, büyük bir salonda TPAO çalışanlarını yılda en az 1 kere toplar,
onlara şirketin yaptığı, yapacağı işleri, bir slayt şovla anlatırdı. Bunu bir adet haline getirmişti. Bu
adet çalışanlarca memnunlukla
karşılanmıştı. İlk defa bir genel müdür çıkıyor, çalışmaları anlatıyor, onlarla
paylaşıyordu.
Yine
bir toplantı yaptı. Yemek salonu tıka-basa çalışanlarca doldurulmuştu. Onlara
durmaksızın 45 dakika, kare kare kendi
yorumlaması ile çalışmaları bir bir anlattı. Anlattıklarından hem gün için hem
gelecek için çok güzel bir tablo
çıkıyordu. Toplantı sonunda “söz almak isteyen var mı?” diye mutat olarak
sordu. Biri “ var” dedi. O kişi kısa bir
zaman öncesine kadar daire başkanıydı ve anlatılanların hemen hemen tümü ile ya
direkt ya da endirekt ilişkisi olmuştu, konuya hakimdi. “ Var, efendim. 1.
olarak söylediğiniz, sizin söylediğiniz gibi değil, böyle. 2. olarak
söylediğiniz değerler öyle değil, böyle, böyle cinsinden tam 5 adet maddede kendi bildiklerini anlattı. Ve genel
müdür de “evet sizin söylediğiniz gibi” dedi, başkasına söz hakkı vermedi ve toplantıyı bitirdi. Vee.... ne oldu hepimiz biliyoruz...
gelecekte bize umut vaat eden bu sayın genel müdür 1 hafta sonra, kafasındaki
teknik bilgi birikimi ve kozmik sırlar ile gitti, özel bir şirketin başına
geçti.
Siyaseten dışarıdan atanan ancak diploması yer bilimci
olan bir eski genel müdür ise;
Arama
Grubu günlük kuyu toplantısına katılmış,
orada bulanan herkesi güldüren ve aynı zamanda da hayrete düşüren şu cümleyi
kullanmıştı; “ Madem kuyuda 1800 metrede
yapılan testlerde su geldi, bunu hemen DSİ’ye bildirelim.” Gelen su ise
formasyondan gelen fosil suyu idi ve yapılan bu büyük gafı en acemi petrolcü ve
yer bilimci bile yapmaz idi. Toplantı bitiminde koridorda karşılaştığım
bir yer bilimci arkadaşım, “ Ne günlere
kaldık. Konudan haberi yok. Gel de şimdi bu adamın altında çalış. Adam benim
onda birim kadar petrolcü değil.” demişti.
“Yıllardır, kol kırılmış yen içinde kalmış.Herkes
birbirini korumuş kollamış. Ama bundan
sonra herkes TPAO’da neler olup bittiğini görecek ve öğrenecek” diyecek kadar TPAO’ya
yıllardır haset ve kıskançlıkla bakan
aynı genel müdür, koridordan geçerken kapısı açık olan bir odanın içinde
masasında oturan bir çalışan görür, geri döner ve hiddetle şöyle der:
“ Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun?
Ben genel müdürüm. Niye beni görünce ayağa kalkmadın?”
Bu
genel müdür zamanında, çok tecrübeli bir
çok aramacı istifa ederek, tanınmış
petrol şirketlerinde iş başı yapmışlardır. Yıllarca özenle bezen ile
yetiştirilen meyvalar olmuş, tam yenecek iken “Ben yiyemiyorum, yemek de istemiyorum, al sen ye.” denmiştir.
Yukarıda
anlatılanlar, sizlere komik, basit
ve anlamsız gelebilir. Yazının
genel temasını bozacak bu basitliğin
burada ne yeri var, çok avamî diyebilirsiniz. Bu ve benzeri çokça yaşanan
bu anekdotlar, TPAO’nun yıllardır, nasıl ve ne tür
karakterler tarafından yönetildiğini
anlatabilmek amacıyla yer almıştır.
Bakanlık ve TPAO
ETK
Bakanlığı’na 15 adet genel müdürlük ve kuruluş bağlıdır. Sayın Bakan bu kadar
kuruluşa ne kadar zaman ayırabilir, TPAO’yu ne kadar anlayabilir, nasıl vakit bulur da
TPAO’nun
son dere acil, önemli ve stratejik sorunlarına ne kadar zaman ayırabilir?
TPAO,
“ altın çağını” günlük 80.000 üretim rekoru ile devlet bakanlığına bağlı iken
yaşamıştı. Devlet bakanı TPAO’yu sıkı sıkı takip eder, personel hareketlerine
hiç karışmaz, TPAO’nun iç dinamiklerini
rahat bırakır ve onlara güvenirdi.
“ Ben bakan değil miyim? Sen bana bağlı değil
misin? Sana emrediyorum. Orada bir kuyu açacaksınız. Madem her açtığınız
kuyudan petrol çıkmıyor. Bir de benim hatırıma bir boş kuyu açsanız ne olur? Yörenin siyasetçileri beni yedi bitirdi, bir kuyu açın diye..” Bu sözler, ETK Bakanının TPAO Arama Grup Başkanına
söylediği sözlerdir. Arama Grup Başkanı “ Efendim, petrol aramacılığında bir günde
petrol kuyusu açalım kararı verilemez. Ben talimatınızı anladım. Hemen oraya
jeolog arkadaşlarımı saha çalışmaları
için göndereceğim. Akabinde en kısa süre içinde sismik çalışma proğramı yapıp,
sismik değerlendirmeyi yaptıktan sonra
burada en kısa zamanda bir kuyu açacağız.” demesi üzerine yukarıdaki
sözleri sarf etmiştir.
Ancak
bakan ikna olmamış, aldığı cevaptan rahatsız olmuştur. Sayın bakan şunu
bilmeliydi ki, bu fakir ülkede ( zengin de olsa fark etmez) “Hatıra binaen 2 milyon dolar harcanarak boş kuyu açılmaz.”
Bu
grup başkanı görevinden alınmıştır. Eğer
grup başkanı “Tamam efendim, emriniz
olur.” deyip en az 2 milyon dolarlık bir harcamayı yapıp kuru-muru bir kuyu
açsa idi, ondan iyisi olmayacak ve görevine devam ediyor olacaktı.
Benim
seçim bölgemde de bir kuyu açalım, diyen siyasi zorlamalar daha önce de olmuş...
‘1954-2005 Fotoğraflarla TPAO’ adlı
hazırladığım, ancak henüz baskısı yapılmamış- herşeyi ile baskıya hazır olarak dijital ortamda Arama
Grubu arşivine teslim edilen- kitabım
ile ilgili yaptığım röportajlarda bir büyüğüm şöyle demişti;
“Yeni
genel müdür, tamamen o yörenin siyasetçisi istediği için açılacak “siyasi kuyuyu”
, lokasyonu hazırlanmış, nakliyesi başlamış
vaziyette hemen iptal etti. Bir çok kamyon lokasyona varmadan geri
döndürüldü.”
Acaba
böyle garip istekler diğer ülkelerde de oluyor mu?
Petrol Aramacılığında Show
‘Petrolcülükte önce
sessizlik, bilgi saklama, sonra keşif, en sonra bunun reklamı gelir.’ derler.Halbuki,
kiralanan sondaj gemisi Çanakkale Boğazı’dan geçerken ayrı, İstanbul
Boğazı’ndan geçerken ayrı, vardığı yerde
ise ayrı törenlerle karşılanıyor, demeçler veriliyor, TV’lere çıkılıyor,
gazetelerde manşetlerde olunuyor
Bakan
ve ilgililer TV’lere çıkıyorlar “ Karadeniz’de bilmem şu kadar milyar varil petrol
potansiyeli var.” diyorlar. Halk
haberdeki “potansiyel” i
atlayarak veya anlamını bilmediğinden “var”
olarak algılıyor ve ‘petrol içinde
yüzeceğiz’ umuduna kapılıyor. Sonra biri çıkıp ta “ Sayın bakanım, bir süre
önce şöyle şöyle umut dağıtmıştınız. Sonuç ne oldu?” diye sormuyor, sorsa da
bakan gayet politik bir konuşma yapıyor ama bir şey anlatmıyor. Örnek mi?
İşte sadece bir örnek:
“Türkiye'nin kaderi değişiyor.
Karadeniz'de Hopa açıklarında ve Suriye sınırındaki iki noktada petrol bulundu. (4.Mayıs.2006 Perşembe- Basından)
Türkiye’de
petrol var mı yok mu tartışmalarına son nokta koyuluyor. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
(TPAO) Genel Müdürü Saim Dinç, Karadeniz Hopa'da 3 bin 200 metrede ve Suriye
sınırında bin 300 metre derinlikte yapılan sondaj çalışmaları sonucunda
Türkiye’nin kaderini değiştirecek petrol bulduklarını açıkladı. Dinç, bulunan
petrolün Türkiye'nin ihtiyacının büyük kısmını karşılayacağını tahmin
ettiklerini ifade etti. Genel Müdür Dinç, petrolün tam anlamıyla ekonomiye
kazandırılmasının zaman alacağını vurgularken, bu sürenin 8 yılı bulabileceğine
işaret
Aynı
bakanın bir sohbet toplantısı esnasında “
Hopa-1 de, 50 metre daha ilerleyelim, masrafları biz karşılayacağız, diye çok
rica etmeme rağmen, BP teklifimizi kabul
etmedi (!!!!).” dediği petrol camiasında konuşulmaktadır.
Bu
ülkenin petrol varlığını, ulusal kuruluş TPAO ispat edecektir. Görevi zaten petrol aramak ve üretmek olan
TPAO’yu günlük, geçici siyasi rant
sağlamak için kullanmak ne kadar
doğrudur? Böyle yapıldıkça, siyasi vaazlar ile halka dağıtılan umutların
sonucunu takip eden halk, TPAO’ya olan güvenini de yitirmektedir.
Başarıyı
hepimiz istemiyor muyuz?
Politikacının
her türlüsü, özellikle iktidar partisinin üyeleri, çok basit konularda bile TPAO’yu niye rahat bırakmıyor? Niye her şeyine
müdahale ediyor, yöneticilerini ürkek
yapıyor, liyakat, kıdem ve tecrübe esasına bakmazsızın yönetim ve alt kadro atamalarını, yapıyor? İç dinamikleri
rahatsız ediyor?
Halen
de “olmuş
tam yenecek kıvama gelmiş” yorumcular ve petrolcüler TPAO’dan bir yaprak
dökümü gibi gün be gün ayrılıp, en az aldıklarının 4 katı maaş ile yabancı
petrol şirketlerinde çalışmaya devam
ediyorlar. Bu gidişle, zamanı gelmiş eski neslin emekli olması ile, bilen-öğreten- danışılacak ağabeyler kalmayacak,
hiç temenni edilmez ama,TPAO yakın bir gelecekte dışarıdan mühendislik hizmeti
alıyor, olabilecektir.
Türkiye'nin güzide ve en stratejik öneme haiz kuruluşu
olan TPAO kendisine verilen son derece teknik
ve zor görevlerin üstesinden rahatlıkla gelecektir. Yeter ki onu rahat
bıraksınlar, kendi yağında kavrulsun.
“
Siyaset petrolü değil, petrol siyaseti
belirler.” derler.
Halit Edip Özcan
Ankara, 12.06.2009
Yeniden Düzeltme
(revize) : 23.06.2009
Açıklama: 2013 yılında yazımı gözden geçirirken, TPAO'nun yatırımlar ve bütçe konusunda, Bakanlıkça tam olarak desteklendiği ve para bulmakta zorluk çekmediği söylenmektedir.